Mast hücreleri ´beyaz kan hücreleri´ (lökositler) ailesinin bir üyesidir. Bu hücreler, öncelikle kemik iliğinde üretilen öncül hücrelerden gelişir. Mast hücreleri, ilk olarak 1876 yılında Paul Ehrlich tarafından keşfedilmiş ve tanımlanmıştır. Diğer lökositlerin aksine, (normal) mast hücreleri periferik kanda bulunmaz, bunun yerine akciğer, cilt veya gastrointestinal sistem gibi çeşitli organlardaki dokularda yer alır ve burada aylarca hatta yıllarca kalabilirler.
Çoğu akyuvar hücresi gibi mast hücreleri de bakteri ve diğer mikroplara karşı bağışıklık sistemimizin savunma mekanizmasında önemli bir rol oynar. Bir alarm sisteminin parçası olarak, mast hücreleri yerel alanlardaki dokulara güçlü vazoaktif ve savunmaya yardımcı moleküller salgılayarak yabancı mikrop saldırılarına karşı çok hızlı yanıt verebilirler. Bu aracılar, alerjik reaksiyonlar sırasında mast hücrelerinden salınır. Altta yatan patolojilere, alerji türüne ve diğer faktörlere bağlı olarak ortaya çıkan semptomlar hafif, orta veya şiddetli olabilir ve bazen de şiddetli anafilaktik bir klinik tabloya yol açabilir.
Mast hücrelerinin en önemli kimyasal aracılarından biri olan histamindir. Histamin, doku şişmesi (ödem), kaşıntı ve cilt kızarıklığına neden olabilir; ve ayrıca baş ağrısı, mide bulantısı, baş dönmesi veya ishale de yol açabilir. Histamin, ayrıca diğer gastrointestinal sorunların artışına katkıda bulunup genellikle gastrik ülser gibi ülseratif hastalıkların gelişiminde da rol oynayabilir. Son olarak, histamin bir 'nöroaktif' aracı olarak etkide bulunup kan basıncını etkileyebilir. Histamin dışında, mast hücreleri çok sayıda başka kimyasal madde, proteolitik enzim ve sitokin de üretmektedir.
"Mastositoz ilk olarak Nettleship ve Tay tarafından 1869'da British Medical Journal'da "nadir görülen bir ürtiker türü" olarak tanımlanmıştır. Sistemik mastositozun iç organlardaki tutulumuna ilişkin ilk bulgular, 1949 yılında Ellis'in bir otopsi vakasında bu durumu keşfetmesiyle ortaya çıkmıştır. Bundan yaklaşık on yıl önce ise Mastositoz terimi literatüre kazandırılmıştır.
1957'de ise mast hücreli löseminin ilk tanımı yapılmıştır. Son birkaç dönem içerisinde ise, bilim insanlarının mastositoz hakkındaki bilgisi önemli ölçüde artmıştır.
Hastalığın ilk sınıflandırması, 70'li yıllarının ortalarında Karl Lennert tarafından yapılmıştır. 1991 yılında, ilk uluslar arası fikir birliği sınıflandırması Dean Metcalfe tarafından önerilmiştir. 1991 ile 2000 yılları arasında, mastositoza özgü bir dizi ilgili hücresel, moleküler ve biyokimyasal anormallik keşfedilmiştir. Bu çalışmalarda, mastositoz hastalarında biriken mast hücrelerinin her zaman monoklonal (= neoplastik) yapıda olduğu gösterilmiştir.
2000 yılında, hastalığa özgü kriterler eklenerek ABD/AB konsensüs grubu (koordinatör: Peter Valent) tarafından mastositozun konsensüs sınıflandırması geliştirilmiş ve güncellenmiştir. 2001 yılında, WHO hem kriterleri hem de sınıflandırmayı mastositozun resmi WHO sınıflandırması olarak kabul etmiştir. Daha sonraki doğrulama çalışmaları WHO sınıflandırmasının değerini doğrulamış ve o zamandan beri bu sınıflandırma ve ilgili kriterler tanısal altın standart olarak kabul edilmiştir. WHO'nun mastositoz sınıflandırması ve kriterler 2008 ve 2016 yillarinda da doğrulanıp ve geliştirilmiştir. 2012'de, konsensüs grubu tüm mast hücre bozukluklarının küresel bir sınıflandırmasını sunmuştur. Bu sınıflandırma mast hücre hiperplazisini (normal mast hücrelerinde reaktif artış), kutanöz ve sistemik mastositozu, miyelomastositik lösemiyi ve mast hücre aktivasyon sendromlarını içermektedir. Bu sınıflandırma ve WHO'nun mastositoz sınıflandırması bugün hala geçerli küresel standartlar olarak kullanılmaktadır.
Mastositoz, mast hücrelerinin deride, iç organlarda veya hem deride hem de iç organlarda anormal çoğalması ve birikmesiyle karakterize edilen bir hastalıktır. Mastositoz teşhisi, bu organlarda histolojik olarak doğrulanmış bir artış ve çok fazla mast hücre birikimi (ekstra mast hücreleri) temeline dayanarak konulur. Hastalık hem çocuklarda hem de yetişkinlerde gelişebilir.
Mastositoz genel olarak, kutanöz mastositoz (KM) ve sistemik mastositoz (SM) olarak ikiye ayrılabilir. KM'li hastalarda mast hücre birikimi yalnızca veya öncelikli olarak ciltte bulunur. KM'yi teşhis etmek için genellikle etkilenen cildin biyopsisi yapılır. Mastositozun saf kutanöz formu genellikle (erken) çocukluk döneminde teşhis edilir. Buna karşılık, yetişkin hastaların çoğuna SM teşhisi konur. SM'li yetişkin hastaların çoğunda tipik cilt lezyonları olduğundan, bu hastalar genellikle KM hastası olarak kabul edilir ve sıklıkla ürtikerya pigmentoza (UP) olarak yanlış tanı konur. Bu hastalarda kemik iliği neredeyse her zaman etkilendiğinden (ancak saf KM'li hastalarda görülmez), SM tanısı genellikle kemik iliği biyopsisi yapıldığında konur. Bu nedenle, mastositozlu tüm yetişkin hastalara kemik iliği biyopsisi önerilmesi önemlidir. Deri lezyonu olmayan nadir vakalarda, doktorların SM'i olası bir tanı olarak düşünmesi daha uzun sürebilir ve bu nedenle kesin SM tanısının konulması gecikebilir. Dolayısıyla, bu vakalarda doktorun kemik iliği incelemesi önermesi büyük önem teşkil etmektedir.
Hem KM hem de SM, mast hücre soyunun kök ve progenitör hücrelerinin neoplastik bozuklukları olarak kabul edilir. Reaktif mast hücre hiperplazisinin (iltihaplanma, enfeksiyonlar, toksik reaksiyonlar veya kanserde artmış mast hücre sayısı) aksine, KM ve SM'deki mast hücreleri monoklonal yapıdadır, bu da tüm bu hücrelerin başlangıçta tek bir anormal (mutasyona uğramış) kök hücreden türediği anlamına gelir. Hastalığın monoklonal yapısı, bir veya daha fazla organ sisteminde mast hücrelerinin gelişmiş farklılaşmasına, hayatta kalmasına ve anormal birikimine yol açar.
Mastositozdaki mast hücrelerinin monoklonal doğası, KIT proto-onkojeninde bir nokta mutasyonunun varlığını göstererek en iyi şekilde tespit edilebilir. SM'li hastaların büyük çoğunluğunda, neoplastik hücreler somatik KIT mutasyonu D816V'yi (Asp-816-Val) taşır. Bu hastalarda, mutasyon kemik iliğinde ve lezyonlu ciltte (urticaria pigmentosa lezyonları) tespit edilir. SM'li birçok hastada, son derece hassas bir PCR testi uygulandığında, KIT mutasyonu D816V kan dolaşımındaki lökositlerinde de tespit edilebilir. KM veya SM'li çocukluk çağındaki çoğu hastada, mast hücreleri de KIT mutasyonlarını gösterir. Ancak, yetişkinlerin SM'inden farklı olarak, KM veya SM'li çocuklarda bir dizi farklı KIT mutasyonu da tespit edilebilir. KIT D816V, bu vakaların yalnızca daha küçük bir alt kümesinde tespit edilir.
Mastositozun doğal klinik seyri yaşa, ilgili organlara, hastalığın alt tipine, diğer eş zamanlı bozukluklara (alerjiler veya diğer klonal hematolojik bozukluklar gibi) ve ilk tedaviye yanıta bağlı olarak değişkendir. KM ve indolent SM (ISM) hastalarının çoğunun normal bir yaşam beklentisi vardır. Pediatrik mastositozda (çoğu vakada KM), hastalık genellikle (ancak her zaman değil) ergenlik sırasında, hemen öncesinde veya hemen sonrasında düzelir.
Mastositoz, mast hücrelerinin ve progenitör hücrelerinin bulaşıcı olmayan bir hastalık türüdür. Görülen vakaların büyük çoğunluğunda, diğer aile üyeleri etkilenmez veya yaşamları boyunca mastositoz geliştirmezler. Ailesel mastositoz, mastositozlu tüm hastalar arasında tahmini sıklığı 1:100'den az olan son derece nadir bir hastalıktır. Ek olarak, bir dizi genetik varyasyon, KM veya SM geliştirme riskinin hafifçe artmasıyla ilişkili olabilir. Bu varyasyonlardan biri kalıtsal alfa triptazemi (HAT=HT) olarak adlandırılır. HAT, yüksek bazal serum triptaz seviyesi ve alfa triptazı (TPSAB1) kodlayan genin artmış kopya sayısı ile tanımlanır. HAT, Batı Dünyası'ndaki (AB/ABD) genel popülasyonların yaklaşık %5'inde ve SM'li tüm hastaların yaklaşık %15-20'sinde görülür.
WHO, mastositozun aşağıdaki çeşitlerini tanımlamaktadır (güncelleme 2016):
- Kutanöz Mastositoz (KM)
- Yavaş Sistemik Mastositoz (ISM)
- Kemik İliği Mastositozu (BMM)
- Yavaş Sistemik Mastositoz
- İlişkili Hematolojik Neoplazmalı SM (SM-AHN)
- Agresif Sistemik Mastositoz (ASM)
- Mast Hücreli Lösemi (MCL)
- Mast Hücreli Sarkom (MCS)
Kutanöz mastositoz genellikle erken çocukluk döneminde gelişirken, yetişkinlerin neredeyse tamamına sistemik mastositoz (SM) teşhisi konur. Yetişkin hastaların çoğu yavaş ilerleyen indolent SM'ye (ISM) sahiptir ve bu vakaların çoğunda cilt tutulumu bulunur. SM'nin diğer tüm alt tipleri (SSM, SM-AHN, ASM veya MCL gibi) nadiren teşhis edilir. ISM, kemik iliği mastositozu (BMM), ISM'nin nadir görülen geçici bir alt tipi, yetişkinlikteki KM (çocukluk KM'sinde olduğu gibi) hastaların sağ kalım açısından mükemmel bir prognozu vardır. Ancak, çocukluk KM'sinin aksine, yetişkinlerdeki KM kendiliğinden gerileme göstermeyen kalıcı bir hastalıktır. Yetişkinlerdeki KM nadir görülen bir durumdur, oysa çocukluk KM'si mastositozun en sık görülen türüdür. KM'li çoğu pediatrik hasta iyi huylu ve genellikle kendi kendini sınırlayan bir klinik seyir gösterir. Hastalık genellikle ergenlikten önce, ergenlik sırasında veya ergenlikten kısa bir süre sonra kendiliğinden geriler. Çocuklardaki süreçte genellikle hastalığın agresif varyantları gelişmez.
Çocukluk çağı mastositozunda gelişebilen cilt lezyonlarında bazı benzersiz özellikler ve klinik sunumlar da vardır. Örneğin, cilt lezyonlarında kabarcıklanma sadece pediatrik mastositozda, genellikle yaşamın ilk 3 yılında görülür. Cildin yaygın infiltrasyonu da neredeyse sadece çocuklarda görülür ve daha sonra difüz kutanöz mastositoz (DCM) tanısına yol açar. DCM nadir görülen bir hastalıktır ve aynı durum solid iyi huylu mast hücre tümörleri olan cilt mastositomaları için de geçerlidir. Genel olarak, çocukluk çağı mastositozunun prognozu mükemmeldir. Aşağıdaki KM varyantları WHO tarafından tanımlanmıştır:
- Makülopapüler Kütanöz Mastositoz (MPCM) = Ürtikerya Pigmentoza (UP)
- Polimorfik (genellikle asimetrik) infiltrasyon paternine sahip MPCM
- Monomorfik küçük boyutlu (genellikle simetrik) infiltrasyon paternine sahip MPCM
- Yaygın Kütanöz Mastositoz (DCM)
- Cilt Mastositoması
Çocukluk çağı KM'sinde aşağıdaki seyirler tanımlanmıştır:
i) Kendiliğinden gerileme (sık görülür),
ii) KM'nin yetişkinliğe kadar devam etmesi (nadir)
iii) SM'ye 'geçiş' ile yetişkinliğe kadar devam etmesi (nadir).
'Yüksek dereceli' bir mast hücre hastalığına (agresif SM veya MCL) evrim son derece nadirdir.
Tanı anında, çocukluk çağı KM'sindeki klinik seyir öngörülemezdir. Ancak, DCM ve ciltte mastositoma bulunan çoğu vakada hastalık kendiliğinden düzelir. Çocukluk çağı MPCM'li hastalarda da tam gerilemelere yönelik belirgin bir eğilim vardır. Ancak, kesin gerileme yalnızca bu hastaların bir alt grubunda (tahmini %60-80) görülür. Bu hastalarda seyri tahmin etmek zordur. Ancak, son veriler cilt lezyonlarının morfolojik yönünün prognostik değere sahip olduğunu göstermektedir: özellikle, cilt lezyonları polimorfik (genellikle asimetrik) cilt infiltrasyon paternleri olan hastaların hemen hemen hepsinde kaybolurken, monomorfik cilt lezyonları olan çoğu vakada (genellikle yetişkinlerdeki gibi simetrik dağılım gösterir) cilt lezyonları yetişkinliğe kadar devam edebilir. Pediatrik MPCM'deki klinik seyir, yaş, cinsiyet, KIT'deki mutasyonlar ve bazal serum triptaz düzeyleri gibi diğer faktörlerden bağımsızdır. Lezyonel deride KIT D816V'nin gösterilmesi bile klinik gidişi öngöremez, çünkü bu tür olgularda da tam regresyonlar görülmektedir.
SM'nin doğal klinik seyri de değişkendir. Hastaların çoğu tanı konulduğunda yetişkindir ve iyi prognozlu, normal veya normale yakın yaşam beklentisine sahip ISM'ye sahiptir. İleri SM varyantları nadiren teşhis edilir. Bu varyantlar arasında agresif SM (ASM), ilişkili hematolojik (mast hücre soyundan olmayan) neoplazmalı SM (SM-AHN) ve MCL bulunur. Bu hastalarda prognoz kötüdür. Özellikle periferik kanda sıklıkla mast hücrelerinin bulunabildiği MCL'li hastalarda, yoğun tedaviye rağmen hastalık kısa sağ kalım ve kötü prognozla seyretmektedir. Ancak son birkaç yılda yeni, daha iyi tedavi konseptlerinin (KIT tirozin kinaz inhibitörleri ve kök hücre nakli dahil) ortaya çıkması, ileri SM'li hastaların (ASM, SM-AHN ve MCL) prognozunda ve sağ kalımında önemli bir iyileşmeye yol açmıştır. MCL'li ve ASM'li hastaların çoğunda cilt lezyonları yoktur. Ayrıca bu vakaların birçoğunda KIT D816V mutasyonu tespit edilememektedir.
SM-AHN'li hastalarda, hastalığın hem SM bileşeni hem de AHN bileşeni sınıflandırılmalıdır. Bu vakalarda, hastalığın SM kısmı klinik sunumlara göre ASM veya ISM olabilir. AHN genellikle miyeloid lösemi, miyelodisplastik sendrom (MDS), miyeloproliferatif neoplazm (MPN) veya MDS/MPN örtüşme bozukluğu gibi miyeloid bir neoplazmdır. En yaygın AHN türü kronik miyelomonositik lösemidir (CMML). Akut miyeloid lösemi (AML) hastalarında prognoz kötüdür ancak polikemoterapi ve/veya SCT terapileri sunularak bu hastalarda tam remisyon elde edilebilir. Bu vakaların bazılarında uzun süreli sağ kalım sağlanmıştır.
Lokalize ekstrakutanöz mast hücre tümörleri (mastositoma, mast hücre sarkomu) çok nadirdir. Ekstrakutanöz mastositomaların doğal klinik seyri ve prognozu iyidir. Ancak nadirliği nedeniyle, mast hücre hastalığının bu formu WHO sınıflandırmasının 2016 güncellemesinde elenmiştir. Bildirilen vakaların çoğu akciğerlerde lokalizedir. Hastalık, bilinen klinik bir etki göstermeden iyi huylu seyretmektedir. Buna karşılık, yine son derece nadir bir tümör olan mast hücre sarkomu sıklıkla MCL'ye dönüşür ve çok kötü bir prognoza sahiptir. Radyasyon ve kemoterapiye rağmen sadece birkaç hasta kalıcı bir remisyona ulaşır ve uzun vadeli sağ kalım sadece çok az vakada bildirilmiştir.
Mastositozda hastalık belirtilerinin heterojenliğinde önemli bir husus, semptomatik tedavi gerektiren klinik olarak anlamlı mediyatörlere bağlı semptomların (SY) varlığıdır. Bu vakalar (KM veya SM varyantları), tanıda ´SY´ eki ile etiketlenir. İlgili semptomlar KM'nin (KMSY) ve SM'nin (SMSY) herhangi bir (alt)varyantında ortaya çıkabilir ve önemli bir klinik sorunu temsil edebilir. Aracıyla indüklenen semptomlar hafif ve tolere edilebilirden şiddetli ve tekrarlayan yaşamı tehdit eden hipotansiyon ve anafilaktik şok ataklarına kadar değişebilir.
Ancak, KM veya SM'li birçok hastada, daha uzun süre takip edilseler bile, mediyatörle ilişkili hiçbir semptom kaydedilmediğinin de belirtilmesi önemlidir. Bu önemli bir noktadır, çünkü bu asemptomatik hastalarda bile, profilaktik anti-mediyatör tipi tedaviler genellikle önerilir. Çünkü uzun bir semptomsuz aralıktan sonra bile, majör ve bazen yaşamı tehdit eden, mediyatör kaynaklı semptomlar ortaya çıkabilir ve tedavi edilmeyen vakalarda daha tehlikeli olabilir. Bu tür yaşamı tehdit eden olaylar, profilaktik mediyatör hedefli ilaçların kullanımıyla kısmen önlenebilir veya en azından hafifletilebilir.
Her durumda, doktor önce cilt yüzeyinin kapsamlı bir incelemesi de dahil olmak üzere dikkatli bir fiziksel muayene yapmalıdır. Mastositoz tanısı, etkilenen organın histolojik muayenesine ve genellikle biyopsi öncesinde yapılan ek laboratuvar testlerine ve diğer araştırmalara dayanır (invazyon öncesi testler). Bu invazyon öncesi testler, özellikle cilt lezyonları tespit edilemediğinde, doktorun SM olasılığını tahmin etmesine yardımcı olabilir. Bu ilk invazyon öncesi taramalar, kan kimyası, kan sayımları ve bazal serum triptaz seviyesi gibi rutin laboratuvar parametrelerini kapsar. Önemli ölçüde artmış bir bazal triptaz seviyesi her zaman daha fazla araştırma ve tam bir evreleme için bir göstergedir ve birçok durumda olası bir SM teşhis edilecektir. Yine de, artmış bir bazal triptaz seviyesi sadece SM'ye özgü değildir, aynı zamanda diğer miyeloid neoplazmalara sahip hastalarda ve ayrıca kalıtsal alfa triptazemi (HAT=HT) olarak da bilinen alfa triptaz geninin fazladan kopya sayısını taşıyan kişilerde de bulunabilir. Bu genetik varyasyon, alerjik bir hastalık veya diğer reaktif rahatsızlıklardan muzdarip hastalarda şiddetli aşırı duyarlılık reaksiyonlarının artan yaygınlığı (ve yatkınlığı) ile ilişkilidir ve SM hastalarında da sıklıkla belgelenmiştir (%15-20). HAT testi nispeten basit bir testtir (PCR) ancak şu anda dünya çapında yalnızca birkaç uzmanlaşmış merkezde sunulmaktadır. Ancak, HAT testinin yakında birçok yetkin merkezde de mevcut olacağını varsayıyoruz.
Son yıllarda, periferik kan lökositlerinde KIT D816V mutasyonunun tespiti için son derece hassas teknolojiler (PCR tabanlı) geliştirilmiştir. Bu analizler, özel merkezlerde şüpheli SM vakalarında kan lökositlerini incelemek amacıyla rutin olarak kullanılmaktadır. Erişkin bir hastada yapılan bu tür mutasyon taramalarında pozitif sonuç elde edilmesi durumunda, kemik iliği incelemesi önerilir. Ek olarak, şüpheli SM tanısı konan ve başka türlü açıklanamayan, ilgili (ve kalıcı) kan sayımı anormallikleri gösteren ayrıca bazal serum triptaz düzeyi açıkça (ve kalıcı olarak) yüksek olup (30 ng/ml'nin üzerinde) başka herhangi bir patoloji veya genetik varyasyon (HAT dahil) göstermeyen veya mast hücre aktivasyonu ile açıklanamayan vakalarda kemik iliği çalışması gerekmektedir.
Şüpheli mastositoz vakalarında ve tipik cilt infiltrasyonlarina sahip tüm yetişkinlerde cilt biyopsisi önerilmektedir. Bu lezyonlar, mekanik tahrişle kızarıklık ve bazen şişlik gösteren maküller veya makülopapüler lezyonlar seklinde ortaya çıkar (Darier belirtisi olarak da adlandırılır). Çok tipik cilt lezyonları bulunan çocuklarda, doktor cilt biyopsisi yapmayabilir. Ancak yetişkinlerde her zaman cilt biyopsisi yapılmalıdır. Ayrıca, tipik cilt lezyonları olan yetişkinlerde kemik iliği biyopsisi ve kemik iliği hücrelerinin kapsamlı bir şekilde incelenmesi her zaman önerilir. Buna karşılık, çocuklarda kemik iliği biyopsisi genellikle gerekli değildir çünkü çoğu hastada serum triptaz seviyesi normaldir ve SM olma olasılığı çok düşüktür.
Cilt ve/veya kemik iliği histolojisi, mastositozun (sistemik veya kutanöz) tanısına yardımcı olan tipik mast hücre infiltratlarını (tanı kriterleri) gösterebilir. Ek olarak, histoloji hastalığın alt tipi hakkında da tanısal bilgi ortaya çıkarabilir. Kemik iliği aspirasyonu, (neoplastik) mast hücrelerinin morfolojisi, immünofenotipleri ve KIT mutasyonu D816V'nin varlığı hakkında ek bilgiler sunabilir. Bununla birlikte, bir kemik iliği araştırması ilişkili başka bir hematolojik (mast hücre soyu olmayan) neoplazmın (AHN) varlığını tespit edebilir veya hariç tutabilir.
SM tanısını bulgulayabilmek için belirli sayıda tanı kriterinin karşılanması gerekir. WHO sınıflandırması, SM'yi kesin olarak teşhis edebilmek için majör ve minör kriterler arasında ayrım yapar (SM kriterleri). Bu kriterler arasında kemik iliğinin veya başka bir ekstrakutanöz organın histolojisi (majör SM kriteri), anormal (iğ şeklinde ve hipogranüle) mast hücre morfolojisi (minör SM kriteri), kemik iliği mast hücrelerinde CD2 ve/veya CD25 ekspresyonu (minör SM kriteri), kemik iliğinde veya başka bir ekstrakutanöz organda kodon 816'da aktive edici bir KIT mutasyonunun varlığı (minör SM kriteri) ve yükselmiş serum triptaz düzeyi >20 ng/ml (minör SM kriteri: hasta başka bir miyeloid neoplazmdan muzdaripse bu kriter geçerli değildir) yer alır. En az bir majör SM kriteri ve bir minör SM kriteri veya en az üç minör SM kriterinin karşılanması durumunda SM tanısı konulabilir. Bu kriterler 2001 yılından bu yana küresel standartları temsil etmektedir. Ek olarak, ileri evre SM hastalarında smoldering durumu (B-Bulgular) ve SM kaynaklı organ hasarını tanımlayan hastalıkla ilgili ek kriterler vardır (C-Bulgular).
SM'li hastalarda B-Bulguların Tanımı:
B-Bulgular, büyük bir neoplastik mast hücresi kütlesinin ve neoplastik sürecin çok soylu tutulumunun (sadece mast hücreleri değil, ek hematopoietik hücre soylarının tutulumu) göstergesidir. B-Bulgular şunları içerir: i) kemik iliği biyopsi örneğinde yüksek mast hücresi infiltrasyonu (>%30 histoloji ve immünohistokimya ile) ve (artı) yüksek serum triptaz seviyesi (>200 ng/ml), ii) miyeloproliferasyon belirtileri gösteren hiperselüler kemik iliği, kemik iliği hücre displazisi ve iii) organomegali (lenfadenopati veya splenomegali). Önemli olan, B-Bulguların tanım gereği organ hasarıyla ilişkili olmamış olmasıdır. Aksine, B-Bulgular belirsiz klinik seyir gösteren ve düşük aktivite ile devam eden hastalık evresini yansıtır. Eger, B-Bulgulardan 2 veya 3´ü tespit ediliyorsa Smoldering SM (SSM) tanısı konur. Bu hastaların bir kısmı SSM´den, ASM veya MCL gibi daha ileri bir forma veya SM'ye geçiş yapabilir. Ancak genel olarak SSM'li hastalarin prognozu iyidir çünkü çoğu hastada hastalık stabil bir seyre sahiptir.
SM'li hastalarda C-Bulgularının Tanımı:
C-Bulgular her zaman ileri bir SM formunun varlığıyla ilişkilidir ve genellikle SM ile ilişkili hastalık sürecini kontrol altına almak için yoğun sitoredüktif veya hedefli ilaç tedavileri uygulama ihtiyacını da gösterir. C-Bulgular bu nedenle, normal organın yerini alan lokal neoplastik mast hücre infiltrasyonunun neden olduğu klinik olarak ilgili bir organ hasarına işaret eder. Organ hasarı geri döndürülemez olabilir. C-Bulgular tanım gereği yalnızca ileri SM formlarında (ASM, ASM-AHN, MCL) tespit edilebilir. Herhangi bir organ sistemi etkilenebilir. C-Bulgular arasında, diğerlerinin yanı sıra, kan hücrelerinin üretimi ve sayısının azalması (kemik iliği fonksiyonunun kaybına bağlı olarak), bunun sonucunda anemi (zayıflık ve dispne ile birlikte), lökopeni (nötropenik enfeksiyonlar ve ateş ile birlikte) ve/veya trombositopeni (kanama ile birlikte veya kanama olmaksızın kan trombosit sayısının azalması), (başka türlü açıklanamayan) kilo kaybı, albümin üretiminin azalması ve/veya kaybı (hipalbüminemi), asit ve karaciğer enzimlerinde artış (özellikle alkalen fosfataz) ile birlikte karaciğer hasarı, malabsorbsiyon (gastrointestinal sistemin klinik açıdan önemli hasarı ve besinleri sindirme ve alma yeteneği) veya osteolize benzeyen büyük kemik lezyonları (mast hücre infiltratının neden olduğu) ve patolojik kırıklar (minimal yaralanmalardan sonra veya kendiliğinden oluşan kırıklar) yer alır. C-Bulgularının etiyolojisinin ayrıntılı olarak araştırılması ve hekimlerin ve patologların klinik semptomların doğrudan (birincil olarak) patolojik mast hücre infiltratından kaynaklandığından ve başka bir nedenden veya komorbiditeden kaynaklanmadığından emin olmaları önemlidir. Bu nedenle, hekimin semptomatolojiyi C-Bulgusu olarak etiketlemeden ve ileri SM tanısını koymadan önce lokal büyük mast hücre infiltratının histolojik ve immünohistokimyasal kanıtı olan bir patolojik rapor istemesi önemlidir. İleri SM'li hastalarda bir veya daha fazla C-Bulgusu kaydedilebilir. İleri SM tanısını koymak için tek bir C-Bulgusunun yeterli olduğunu bilmek önemlidir. Lütfen Dikkat:
B-Bulgular = Sınırda İyi Huylu
C-Bulgu/lar = Sitoredüksiyon veya Kemoterapiyi Uygulaması (veya Hedefli İlaçlar veya SCT)
Mast hücre medyatörlerinin neden olduğu semptomlar, ne B-Bulgular ne de C-Bulgular olarak değerlendirilmemelidir.
Mast hücreli lösemi (MCL) genellikle B-Bulgular ve C-Bulgularla birlikte görülür ve kötü bir prognoza sahiptir. MCL'nin tanı kriterleri arasında SM kriterleri ve kemik iliği örneği ≥%20 mast hücresinin bulunması (kemik iliği histolojisindeki mast hücrelerinin infiltrasyon derecesinden bağımsız) yer alır. Dolaşımdaki mast hücreleri tespit edilebilir veya edilemeyebilir. Mast hücrelerinin periferik kan lökositlerinin ≥%10'unu oluşturduğu hastalarda klasik MCL tanısı uygundur. Buna karşılık, dolaşımdaki mast hücresi sayısı <%10 olan hastalarda MCL'nin alösemik varyantı teşhis edilir. MCL'li hastaların çoğunda C-Bulgular tespit edilebilir. Eğer durum böyle değilse, tanı kronik MCL'dir. Bu nedenle, MCL şu şekilde ayrılabilir:
- Kronik Klasik MCL
- Akut Klasik MCL
- Kronik Alösemik MCL
- Akut Alösemik MCL
Son olarak, MCL, ASM, ASM-AHN veya mast hücre sarkomu (sekonder progresyon) gibi başka bir mastositoz formundan gelişebilir. Bu hastalarda sekonder MCL tanısı uygundur. Geri kalan vakalarda, birincil bir MCL formu tanısı konur.
Mastositoz semptomları, mast hücrelerinden salgılanan biyolojik olarak aktif medyatörlerden (= medyatörle ilişkili semptomlar = SY) veya çeşitli organ sistemlerindeki neoplastik mast hücrelerinin kötü huylu lokal infiltrasyonu ve genişlemesinden (genellikle C-Bulgulara = organ hasarına yol açar) kaynaklanabilir. Mast hücreleri, vazoaktif medyatörler, koagüloaktif maddeler ve histamin, heparin, triptazlar, prostaglandinler, sitokinler veya kemokinler gibi immün düzenleyici moleküller dahil olmak üzere çok sayıda biyolojik olarak aktif medyatör üretir ve salgılar. Bu medyatörler, baş ağrısı, yorgunluk, kemik ağrısı, mide bulantısı, kaşıntı, ürtiker, kızarma, ishal, karın rahatsızlığı ve krampları, mide ülseri hastalığı, hipotansiyon ve hatta şokla birlikte şiddetli anafilaktoid reaksiyonlar dahil olmak üzere bir dizi az veya çok spesifik semptoma neden olabilir. Bu semptomlar mastositozun herhangi bir varyantında ve hastalığın seyri sırasında herhangi bir zamanda ortaya çıkabilir. Genellikle mast hücresi aktivasyonu ve ilgili semptomlar, belirli tetikleyiciler (mast hücresi aktivasyonu) tarafından başlatılır. Bir dizi farklı tetikleyicinin KM ve SM hastalarında mast hücresi aktivasyonunu tetiklediği bilinmektedir. Altta yatan önemli durumlar arasında, eş zamanlı IgE bağımlı (veya IgE bağımsız) alerjik ve aşırı duyarlılık reaksiyonları, diğer reaktif hastalık süreçleri ve kalıtsal alfa triptazemi (HAT) gibi genetik yatkınlık oluşturan durumlar yer almaktadır. Bu nedenle, KM ve SM hastalarında klinik sunumlar ve semptomatoloji oldukça değişkendir. Bazı hastalarda semptomlar çok hafifken, diğerlerinde semptomlar şiddetlidir ve anti-medyatör tipi ilaçlarla sürekli tedavi gerektirebilir (bu hastalar daha sonra CMSY veya SMSY olarak etiketlenir) ve bazen özellikle şiddetli anafilaksi durumunda acil tedaviye gerek duyulabilir. KM ve SM hastaları, birden fazla (eş zamanlı) IgE bağımlı alerjiden muzdarip olduklarında, şiddetli anafilaktik reaksiyonlar geliştirme açısından özellikle yüksek bir riske sahiptir ve bu hastalar aynı zamanda HAT taşıyıcısı olmaları durumunda bu risk daha da artabilir. Bu hastalarda anafilaktik reaksiyonlar yaşamı tehdit edici olabilir ve çoğu durumda mast hücre aktivasyon sendromu (MCAS) adı verilen bir teşhis konabilir (aşağıya bakınız).
Anafilaktik şok, mast hücrelerinden vazoaktif ve inflamatuvar medyatörlerin ani ve büyük miktarda salınmasıyla oluşur. Küçük çocuklarda, tepkisizlik ve gevşeklik anafilaktik bir durumun tek belirtileri olabilirken, daha büyük çocuklar ve yetişkinler kan basıncındaki düşüş nedeniyle baş dönmesi hissedebilir veya bilinçlerini kaybedebilirler. Diğer belirtiler değişkendir ve baş ağrısı, kaşıntı, hapşırma, dispne (nefes darlığı), mide bulantısı, taşikardi, dil ve dudakların şişmesi, kızarma ve karın ağrısını içerebilir. Anafilaksiye yol açan tetikleyiciler önceden bilinebilir veya hemen fark edilebilir, fakat bazı durumlarda bilinmeyebilir veya tanımlanması zor olabilir. Şiddetli bir anafilaksi şüphesi durumunda, derhal yardım sağlanmalı ve mümkün olan en kısa sürede profesyonel bir acil durum ekibi organize edilmelidir. Ayrıca hastaların ve/veya ebeveynlerin (özellikle arı veya yaban arısı zehrine karşı bilinen bir alerji durumunda) epinefrin enjektörlerinin kullanımına aşina olmaları ve bu enjektörleri her zaman erişilebilir tutmaları önerilir. Hasta hastaneye yatırıldığında acil müdahale önlemleri başlatılır ve diğer laboratuvar testlerinin yanı sıra serum triptaz düzeyi de değerlendirilir.
İskelet sistemi, özellikle kemikler, SM hastalarında sıklıkla etkilenir ve hastalıkla ilişkili bir dizi anormallikler gösterebilir. En sık kaydedilen patolojiler osteoskleroz, osteopeni ve osteoporozdur. Etiyolojisi tam olarak açık olmasa da, uzmanlar mast hücrelerinden salınan birkaç farklı medyatörün SM hastalarında görülen kemik kaybına katkıda bulunabileceğine inanmaktadır. İleri evre SM hastalarında fokal lezyonlar tespit edilebilir. Nadir durumlarda, patolojik kırıklarla birlikte ve ya kırık olmadan büyük osteolizler görülebilir. Osteoporoz, ISM ve SSM'de ileri evre SM hastalarına kıyasla daha sık teşhis edilir. Şiddetli osteoporoz durumunda, bu hastalarda patolojik kırıklar da gelişebilir (minimal veya hiç yaralanma olmadan oluşan kemik kırıkları), özellikle yeterli tedavi uygulanmadığında veya tedaviye gec başlandığında. Şiddetli osteoporoz gelişimi için ek risk faktörleri arasinda fiziksel inaktivite, D vitamini eksikliği ve uzun süreli glukokortikosteroid tedavileri bulunmaktadır. Kadın hastalarda risk biraz daha yüksek olabilse de, şiddetli galop osteoporoz hem kadın hem de erkek SM hastalarında gelişebilir. Bu nedenle, kemik mineral yoğunluğunun (osteodensitometri, T skoru) tekrarlanan ölçümleri, SM'li tüm hastalar ve ayrıca yetişkinlerde uzun süreli KM'si olan bireyler için önerilmektedir.
MCAS, mast hücresinden türetilen medyatörlerin büyük miktarda salınmasına yol açan belirli tetikleyicilere karşı vücudumuzun şiddetli tekrarlayan bir reaksiyonudur. Tipik olarak, MCAS'li hastalar, iki veya daha fazla organ sistemini içeren anafilaksi semptomlarıyla başvururlar. Neredeyse tüm vakalarda şiddetli hipotansiyon ve anafilaktik şok görülmektedir. 'Anafilaksi' tanısının aksine, MCAS tanısı mast hücrelerinin esasen aşırı duyarlılık reaksiyonuna dahil olduğunun kesin olarak doğrulanmasına dayanmalıdır. Bu nedenle, bu hastalarda genellikle serum triptaz ölçümleri yapılır. Gerçekten de, mast hücresiyle ilişkili bir olayın en spesifik göstergesi, serum triptaz seviyesinin bireyin başlangıç seviyesine göre önemli bir artış göstermesidir. Konsensüs grubu tarafından önerilen (ve başarıyla doğrulanan) tanı eşiği, semptomsuz döneme (başlangıç triptaz değeri) kıyasla %120 + 2 ng/ml triptazın üzerinde bir artıştır. Bu tür bir başlangıç değeri ya önceden bilinir ya da tüm semptomların çözülmesinden sonra (en az bir gün sonra) ölçülmelidir. Son olarak, MCAS tanısı, hastanın spesifik tedavilerden (mast hücre medyatörlerine veya mast hücre stabilizatörlerine yönelik ilaçlar) fayda görmesi ve sonrasında iyileşmesiyle desteklenir. MCAS tanısı, şu üç kriterinin de karşılanmasıyla konulabilir: i) genellikle anafilaksi şeklinde şiddetli sistemik mast hücre nedenli reaksiyonun klinik belirtileri, ii) %20+2 denklemine göre serum triptazında artış ve iii) spesifik tedavilere yanıt.
MCAS, altta yatan etiyolojiye göre 3 kategoriye (varyant) ayrılabilir. Birincil MCAS formu neredeyse yalnızca KM veya SM hastalarında teşhis edilir. Bu hastalardaki mast hücreleri her zaman monoklonaldir ve genellikle KIT mutasyona uğramıştır (bu nedenle ayrıca: monoklonal veya klonal MCAS = MMAS). MCAS'li bazı nadir hastalarda klonal KIT D816V+ mast hücreleri bulunur ancak KM ve SM kriterleri karşılanmaz. Yine de bu hastalar birincil/klonal MCAS'den muzdarip olarak sınıflandırılır ve çoğu, takip sürecinde belirgin KM veya SM geliştirebilir. MCAS'li diğer hastalarda, altta yatan IgE'ye bağımlı veya bağımsız alerji ya da başka bir reaktif hastalık süreci (mast hücresi aktivasyonuna yol açan) tespit edilebilir. Bu MCAS formuna ikincil (veya reaktif) MCAS adı verilir. KM veya SM'li hastalarda ayrıca karma bir MCAS formu (birincil MCAS artı ikincil MCAS) gelişebilir. Bu hastalar genellikle şiddetli veya hatta yaşamı tehdit eden anafilaksi atakları geçirirler, özellikle de kalıtsal alfa triptazimi (HAT) taşıyıcısı olduklarında. Eğer hastada klonal mast hücreleri (KM veya SM yok), IgE'ye bağlı alerji veya altta yatan başka bir bulunmuyorsa, idiyopatik MCAS tanısı uygun görülür.
Mastositozu tedavi etmek için birçok farklı yol ve strateji vardır. Önerilen tedavi şekli ve ilaçlar, mastositozun türüne, ek hastalıkların (eşlik eden hastalıklar) varlığına ve bireysel hastaların tedaviye verdiği yanita bağlıdır.
En önemli tedavi stratejilerinden biri, tüm hastalar için uygulanması gereken profilaksidir. Prensip olarak, iki profilaktik strateji izlenir:
1. Şiddetli medyatörle ilişkili semptomların ve anafilaktik reaksiyonların bilinen veya şüphelenilen tüm tetikleyicilerinden profilaktik olarak kaçınılması. Hastalar, reaksiyonlarını tetikleyebilecek veya kötüleştirebilecek faktörleri (maddeler, ilaçlar, alerjenler, yiyecekler, stres, belirli sıcaklık değişimleri, titreşim, alkol, toksinler, zehir vb.) belirleyerek bunlardan mümkün olduğunca uzak durmalıdır. Ek olarak, mastositoz hastalarında her zaman kaçınılması gereken bazı klasik anafilaksi tetikleyicileri vardır (örnekler: arı veya yaban arısı zehri veya aspirin). Son olarak, mastositozlu hastalara genellikle histamin açısından zengin yiyeceklerden ve içeceklerden kaçınmaları önerilir.
2. Histamin reseptörü (HR) hedefli ilaçlarla profilaktik tedavi. Özellikle mastositozlu hastalara, her zaman hem HR1 blokerini hem de HR2 blokerini sürekli olarak kullanmaları önerilir. Bu temel profilaksi, her zaman hastanın şiddetli medyatörle ilişkili semptomlarını önleyemese de, HR1/HR2 blokajı reaksiyonların yoğunluğunu bir dereceye kadar azaltabilir ve böylece hastanın kritik anafilaktik olaylardan sağ çıkmasına yardımcı olabilir. Ek olarak, HR blokeriyle ömür boyu tedavi, gastrik ülseratif hastalıklar gibi bazı histamin kaynaklı hastalıkların gelişmesini de önleyebilir. Bir diğer önemli profilaktik tedavi, osteoporoz gibi D vitamini eksikliğiyle ilişkili patolojilerden kaçınmak için D vitamini takviyesidir. Özellikle osteoporoz riski yüksek olan hastalara (örneğin osteopeni, kortikosteroid tedavisi veya hareketsiz hastalar) D vitaminiyle profilaktik tedavi önerilir.
İki önemli diğer husus anestezi ve tanınmayan (bilinmeyen) alerjilerdir. Bilinen (tanımlanmış) bir alerji durumunda, alerjenden (alerjen kaynağı) kesinlikle kaçınılmalıdır. Bir cerrahi operasyon öncesinde, ilgili doktorlar (cerrahlar, anestezistler) hastada mastositozun varlığı ve eşlik eden alerjilerin varlığı hakkında bilgilendirilmelidir. Bu bilgilere dayanarak, perioperatif yönetim her hastanın bireysel duruma göre ayarlanabilir. Bazı tıbbi merkezler, hastanın nasıl tepki vereceğini veya tepki verip vermeyeceğini öğrenmek için mastositozlu hastalara ameliyat öncesi intrakutanöz uyuşturucu testi (provokasyon testleri) önermektedir. Mastositozlu her hastada, ameliyat öncesi yönetim HR1 ve HR2 bloke edici ilaçların ve bazen de kortikosteroidlerin (yüksek riskli hastalarda, örneğin bilinen IgE'ye bağlı alerjileri olanlarda, vaka geçmişlerinde MCAS, ameliyat sırasında daha önce yaşanan olaylar) uygulanmasını içermelidir. Mastositozlu hastalarda anestezi hakkında daha fazla bilgiye, bu ana sayfadaki referans bağlantısından (literatür) ve PubMed gibi büyük bilimsel tıbbi veri tabanlarında ulaşılabilir: http://www.ncbi.nlm.nih.gov/entrez/query.fcgi.
KM veya SM'li semptomatik hastalarda, hekimler ayrıca hastalık aktivitesini kontrol altina almak için sürekli HR1 ve HR2 blokeri kullanimini önermektedir. HR1 antagonistleri, vasküler instabiliteyi (hipotansiyon), kaşıntıyı, kurdeşen ve kızarmayı tedavi etmek için kullanılan ilaçlardır. HR1'i hedef alan ilaçlar ayrıca gastrointestinal semptomlara bir miktar rahatlama sağlayabilir. HR2 antihistaminikler, hazımsızlık, kramp, ishal ve ülseratif hastalıklarla birlikte reflü dahil olmak üzere mastositozla ilişkili gastrointestinal semptomları ortadan kaldırabilen ilaçlardır. HR'ı hedef alan ilaçlara ek olarak, mastositozlu hastalarda medyatörle ilişkili semptomları iyileştirmek için bir dizi başka ilaç da kullanılır. Bu ilaçlar arasında mast hücre stabilizatörleri (kromolin sodyum gibi), mast hücre stabilizatörü olarak da etki eden glukokortikosteroidler ve HR1 blokeri olarak da etki eden ketotifen bulunmaktadır. Bu ilaçlar genellikle geleneksel HR blokeri hastalık aktivitesini kontrol edemediğinde kullanılır.
Bir diğer anti-medyatör ilaç tipi, hipotansiyon ve şokla birlikte görülen en şiddetli anafilaktik reaksiyonlarda yardımcı olan epinefrindir. Bu ilacın, hipotansiyon ve şokla birlikte görülen şiddetli anafilaksi durumunda mümkün olan en kısa sürede uygulanması gerekir. Tüm mastositoz hastaları, en az iki epi-pen oto-enjektörü de dahil olmak üzere yanlarında acil ilaçlar bulundurmalıdır; hastalar ve yakınları, acil bir durumda kalemi nasıl kullanacakları ve uygulayacakları konusunda eğitilmelidir.
Her durumda, medyatörle ilişkili semptomların tedavisi, hastaların bildirdiği semptomlara ve ilk tedaviye verilen yanıta göre bu konuda yetkin bir doktor tarafından kişiselleştirilmelidir. Genel olarak, tedavi, diğer ilaçlara ihtiyaç duymadan yalnızca HR1 ve HR2 antihistaminikleriyle semptomları kontrol etmeyi amaçlar. Ancak gerekirse doktor, hastalık aktivitesini kontrol altında tutmak için kortikosteroid, proton pompası inhibitörü veya diğerleri gibi ek ilaçlar reçete edebilir. SM'deki temel tedavi, hem kadın hem de erkek hastalarda görülen osteopeni ve osteoporozun profilaktik ve spesifik tedavisini de içerir. Profilaktik önlemler arasında D vitamini takviyesi, egzersiz (hareketsizleşmeyi önlemek için) ve mümkünse kortikosteroid tasarrufu sağlayan tedaviler yer alır. T skoru (kemik yoğunluğuyla ilişkili parametre) -2'nin altında olduğunda ve dolayısıyla osteoporoz riski belirgin bir hale geldiğinde, ciddi osteroporozun önüne geçmek için bifosfonat tedavisine başlanmalıdır. Aynı yaklasim, belirgin osteoporozu olan hastalar için de geçerlidir. Bifosfonatlarla tedavinin başarısız olması durumunda, osteoporoz sürecini durdurma girişimi olarak RANKL inhibitörleri reçete edilebilir.
Sitoredüktif tedaviler ve hedefli ilaçlar:
Agresif SM (ASM) ve mast hücreli lösemi (MCL) dahil olmak üzere ileri SM hastalarında neoplastik hücrelerin artışına ve yayılımına karşı koymak için çeşitli sitoredüktif ve hedefli ilaçlar uygulanabilir. Bu ilaçlar arasında interferon-alfa (IFN-A), kladribin (2CdA), sitozin arabinosid (ARA-C), hidroksiüre ve SM'de hastalık evriminin ana itici gücü olan KIT D816V'yi hedef alan ilaçlar bulunur. Bu KIT hedefli ilaçlar, ASM veya MCL hastalarında dikkate değer ve bazen uzun süreli bir anti-neoplastik aktivite gösterebilir. Midostaurin (PKC412), ASM ve MCL dahil olmak üzere ileri SM hastalarının tedavisi için onay alan (FDA ve EMA tarafından) ilk KIT hedefli tirozin kinaz inhibitörüdür (TKI) (2017 yılında). Midostaurin, neoplastik KIT D816V+ mast hücrelerinin büyümesini baskılayabilir ve ayrıca normal ve neoplastik mast hücrelerinde aktivasyonu (ve IgE aracılı histamin salınımını) etkisiz hale getirebilir. Bu nedenle birçok hasta bu ilaca oldukça iyi yanıt verir. Ancak, tam remisyon sağlayan hasta sayısı sınırlıdır ve midostaurin tedavisi altında nüks eden ileri evre SM'li hastaların oranı nispeten yüksektir. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde, KIT'i hedef alan bir dizi ek ilaç geliştirilmiştir. Bu ilaçların birkaçı KIT D816V üzerinde özellikle güçlü bir etki göstermektedir. Bu ilaçlardan biri, şu anda klinik çalışmalarda test edilen ve yakında ABD ve AB'de ileri SM tedavisi için onaylanması beklenen bir KIT inhibitörü olan avapritinib'dir.
MCL veya ilişkili agresif lösemi hastaları da dahil olmak üzere hızla ilerleyen ileri SM'li hastalarda, hematopoietik kök hücre nakli (SCT) ile veya nakil olmasizin polikemoterapi gerekebilir. KIT hedefli ilaçlar (TKI) ve kemoterapi (+/- SCT) içeren tüm bu tedaviler, yalnızca hematoloji/onkoloji uzmanları tarafından uygulanmalı ve tedaviyi yünetecek hekim, mast hücre neoplazmları alanında deneyimli olmalı veya tedavi planlarını oluşturmada hekime destek ve rehberlik sağlayabilecek deneyimli bir Mükemmeliyet Merkezi (örneğin, ECNM veya Amerikan Mast Hücre Bozuklukları Girişimi = AIM) ile yakın temas halinde olmalıdır.
Önemli bir husus, hastalık hakkında artan bilgiye ve yeni tedavi seçeneklerinin mevcudiyetine rağmen, ileri SM'nin çoğu durumda hala tedavi edilemez bir neoplazm olmasıdır. Bu nedenle, yoğun tedavilerin potansiyel faydaları, her bir hastanın yan etki riski ve yaşam kalitesiyle karşılaştırılmalıdır. Bir diğer önemli nokta ise, yoğun tedavilerin bazılarının mutajenik bir etkilere yol açarak gelecekte hastalığın ilerlemesine katkıda bulunabilmesidir. Bu nedenle, bu tür tedaviler yavaş ISM veya yavaş ilerleyen SSM hastalarına önerilmemelidir.
İleri SM'li hastalarının bazılarında, örneğin asitli karaciğer hasarı olan ancak başka belirgin C-Bulguları olmayan yaşlı ASM hastalarında, glukokortikosteroidler önerilebilir. Ancak genellikle kortikosteroidler, interferon-alfa (IFN-A) veya diğer anti-neoplastik ilaçlarla birlikte uygulanır. Hem kortikosteroidler hem de IFN-A, endojen maddeler (vücudumuz tarafından üretilen) olarak kabul edilir ve bu nedenle geleneksel sitoredüktif ajanlarla karşılaştırıldığında daha az toksik ve mutajenik olmadıkları düşünülür. Ancak kortikosteroidlerin immünosüpresif ilaçlar olarak etki ettiği dikkate alınmalıdır.
Mastositozlu hastalarda ek tedavi seçenekleri: Bunlar arasında mastositomaların cerrahi olarak çıkarılması, art arda şiddetli sitopeni (kan hücrelerinin eksikliği) geçirip büyük ölçüde büyümüş olan dalağın splenektomisi (yani dalağın çıkarılması) veya büyük ölçüde infiltre olmuş cildi ve ilgili cilt semptomlarını hafifletmek/kontrol etmek için uygulanabilecek PUVA tedavisi (Psoralen artı Ultraviyole A ışığı) yer alır. Genellikle, cilt semptomlarını kontrol altına almak için tekrarlayan PUVA döngüleri gereklidir ve tedavi yanıtları çoğu hastada geçici olmaktadır. Çocuklarda, PUVA tedavisi potansiyel ikincil neoplazm riski taşıdığı için önerilmemektedir
SARS-CoV-2 virüsüne yakalanma riski mastositozlu hastalarda genel olarak artmamış gibi görünse de, bazı durumlar enfekte hastalarda ciddi zatürre geliştirme riskini artırabilir. Bu faktörler arasında kardiyovasküler veya bronkopulmoner sistemi etkileyen bazı eş zamanlı hastalıklar, kemoterapi ve immünosüpresif ilaçlar bulunur. Bu nedenle, bu tür tedaviler COVID-19 enfeksiyonu sırasında ´vaka bazında´ dikkatlice değerlendirilmelidir. Buna karşılık, anti-medyatör tipi ilaçlar, venom immünoterapisi veya D vitamini gibi diğer tedavilere devam edilmelidir. Genel olarak, mastositozlu hastalar COVID-19 pandemisinde genel ve yerel sağlık yönergelerini takip etmelidir. Bu, SARS-CoV-2'ye karşı aşılama için de geçerlidir. Genel olarak, mastositozlu tüm hastalar, özellikle şiddetli medyatörle ilişkili semptomlardan muzdarip ve/veya eşlik eden alerjik bir hastalığa sahip hastalar, bireysel riskler göz önünde bulundurularak aşılanmalıdır. Şimdiye kadar, sağlık otoriteleri tarafından onaylanan aşılar oldukça güvenli görünmektedir. Bu nedenle, anafilaksi açısından yüksek risk taşıyan hastalar yalnızca yerel yönergelere uygun olarak, kontrollü koşullar altında ve gerekli ön ilaçlama yapılarak aşılanmalıdır.